Ders verdiğim çocuklar ve gençler içinde saygın, mükemmel eğitim almış, önemli mevkilerde, maddi gücü yüksek ya da gücünün üzerinde iyi eğitim için çırpınan pek çok aile var. Hiçbir masraftan kaçınmayan ama arzu ettikleri başarı noktasında çocuklarını göremeyen ve buna üzülen pek çok ebeveyn görüyorum.
Hepimizin çok duyduğu “yediği önünde, yemediği arkasında” çok fazla çocuk tanıyorum. Peki başarılılar mı? Başarı nedir? Sınavdan 90-100 almak mı? Ya da spor yaptığı kulüpte as takımda olmak mı? Önemli bir üniversitenin, iyi bir bölümünde okumak mı?
Bence en büyük başarı, mutlu olmaktır. Mutlu olmayı, mutlu olmanın yollarını bildiğimiz zaman; sınavdan 65 almanın nedenlerini ve sonuçları üzerine açık yüreklilikle düşünebiliriz. As takımda olamama nedenleriyle cesurca yüzleşirsek, örneğin boyum ortalamanın altında olduğu için yedekteyim. Ama demek ki vazgeçilmeyecek kadar da iyiyim diyebilirsek mutluyuzdur. İstemediği ama çok havalı ve itibarlı diye gitmeye güdülendiği o üniversiteyi değil de, başka bir okulda başka bir branşta okumak istediğini keşfedebilmektir mutluluk.
Bakın “Boş zaman yoktur, boşa geçen zaman vardır.” yine karşımıza çıkıyor. Zamanını iyi kullanmadığı, aylaklık ettiği ve gerçekten “elinden geleni yapmadığı” için insan başarısız ve mutsuz olur. Normal koşullarda çok çalıştığı bir sınavdan aldığı 65’e çok üzülmez insan. Sebeplerini sorguladığında dikkatsiz okumadan, sorulara gerektiğinden fazla zaman harcadığından, bir konuyu doğru anlamadığı için yanlış yaptığından gibi pek çok cevap verebilir. Ama yan gelip yatmış birisinin 65 aldığına üzülmesi derin ve trajiktir. Sorumluluklarını yerine getirmemiş, çalışmamış, önemsememiş ve kaçırmıştır. Bir dahaki sınava ara biraz daha açılacaktır. Çünkü masanın başına geçip de problem çözme konusunda kişisel becerisini kullanamamakta, mutluluğun en önemli anahtarını bir türlü ele geçirememektedir.
Anahtar mı? O da ne?
O anahtar, fedakâr anne babaların çocuklarına mutlu olma yollarını iyi öğretememesindendir. Mutlu etmeyi hedefleyen ve bu mutlu etme üzerinden çocuklarının görece mutlulukları ile iç huzuruna kavuşan ebeveynleriz. Kendi kendine bir şeyler yaparak başardığını gören bireyler yetiştiremiyoruz.
“Biz her şeyin en iyisini, en güzelini aldık. Yurt dışına gönderdik, kayak yaptı yelken kullandı. Hemen her konuda özel ders aldırdık…“ Bu örneklerin sonu yok. Peki bu çocuk tam olarak “Kendisi neyi başardı?” Sonra bir arabanın, evlenirken alınan evin ve kurulmuş bir işin de anahtarını verdik. Ama mutluluğun anahtarı bunların içinde yok aslında.
Ergen ve genç öğrencilerim içinde mutsuzluk, tatminsizlik o kadar yaygın ki. Kendi koyduğu bir hedef olmayınca, ailelerinin planladığı bir hayatın içinde aslında piyon gibi nereye sürüklerlerse duruyorlar. Komutları bilinçsizce ve isteksizce yerine getirmeye çalışıyorlar. Neyi niye öğrendiklerini, nerede kullanacaklarını bilmiyorlar. Kıyafetin, oyuncağın, elektroniğin içinde boğulmuş, istediği yere gidip yaşlarına uygun olmayacak şekilde her şeyi alabiliyor, yiyip içiyorlar. Üstelik bunları hormonları ve duygularıyla boğuşarak yapıyorlar. Bir şeye sahip olmak için “emek” vermenin, zamanını beklemenin ne demek olduğunu öğrenemiyorlar? İsteklerini ve hedeflerini başkasının üzerinden planlayan ebeveynlerin evlatları da öyle oluyor.
Aysel’in son model arabası var da benim niye yok diye soran bir annenin, parası neyse veririz diyen bir babanın veya “en iyisini aldık” diye böbürlenenlerin yanında olmaktan bambaşka değerlerle büyüyorlar. “Vermek” kavramından uzak bir “almak” ve çoğunlukla satın almak oluyor bu bakış…
Oysa mutluluğun anahtarı satın alınmıyor. Bolca vererek hem de “emek vererek” elde ediliyor bu. Çocuklarımızın küçüklükten itibaren kardeşine, varsa evcil hayvanına, evine, odasına, büyüklerine, okuluna karşı sayısız sorumluluğu var. Ömründe yatağını toplamamış, kahvaltısını hazırlamamış genç öğrencilerim var. Markete gidip evin gereksinimlerini almayı beceremeyen gençler var. Yazın basit bir işte çalışıp harçlığını çıkarmanın zevkini hiç tatmamış ve tatmayacak kuşaklar var.
Ben, yaşıma uygun harçlığı haftalık ya da aylık olarak alabilen şanslı çocuklardandım. O zamanlar değil ama şimdi biliyorum ki annem babam çok daha fazlasını verebilecek durumdaydı. Bunun bana ancak zararı olacağını bilmek için çok da eğitimli olmaya gerek yok. Çocuklarımıza sorumluluk vermediğimiz, kararlarını almaları için akıllarını ve bilgilerini kullanmalarını sağlamadığımız sürece, onların mutluluğunun anahtarı hep bizim cebimizde kalacak.